Rock'N Roll | Rock Kültürü | Rock & Metal Müzik Hakkında Herşey..
Forumdan Yararlanmak İçin Lütfen ÜYE olunuz.


Join the forum, it's quick and easy

Rock'N Roll | Rock Kültürü | Rock & Metal Müzik Hakkında Herşey..
Forumdan Yararlanmak İçin Lütfen ÜYE olunuz.
Rock'N Roll | Rock Kültürü | Rock & Metal Müzik Hakkında Herşey..
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Atatürk'ün Türk DiLine Verdiği Önem

Aşağa gitmek

Atatürk'ün Türk DiLine Verdiği Önem Empty Atatürk'ün Türk DiLine Verdiği Önem

Mesaj tarafından MisTaqE ! Çarş. Mart 31, 2010 11:16 am

Atatürk'ün Türk DiLine Verdiği Önem Ataturk-dil
Toplumları millet haline getiren en önemli unsur dildir. Dil, duygu ve düşünceyi
insana aktaran bir vasıta olduğu gibi, insan topluluklarının bir yığın ve kitle
olmaktan kurtaran, aralarında "duygu ve düşünce birliği" olan bir cemiyet yani
'millet' haline getiren en önemli kültürel değerdir. Ayrıca dil, kültürün temeli
olduğu gibi taşıyıcısıdır da... Dili yok ettiğiniz takdirde milli ruh ve kültür
diye bir şey kalmaz. Bu sebeple dili korumak, koruyucu tedbirler almak
önemlidir.




Bizler Türk'üz ve dilimiz Türkçe'dir. Türkçe; dünyanın en eski, köklü ve en
zengin iki dilinden biridir. Dil bilimcilere göre; kelime türetme yeteneği
bakımından da dünyanın en güçlü dilidir. Her konuya ve duruma göre karşılık
vermeye en müsait dil yine Türkçe'dir. Ayrıca Türkçe, yazıldığı gibi okunması
özelliğiyle de gıpta edilen bir dildir. Türk dilinin bu güzelliğini ve gücünü
bilen, Türk dili konusunda önemli çalışmalara imza atan en önemli kişi, hiç
şüphe yoktur ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Atatürk'tür.
Atatürk, Türk dili konusunda; "Türk milletinin dili Türkçe'dir. Türk dili
dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her
Türk, dilini çok sever ve onu yüceltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk
milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz
felaketler içinde ahlakının, an'anelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin,
kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza
olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir." diyerek hem
Türk diline verdiği önemi, duyduğu sevgiyi belirtmekle beraber, Türk dilinin
büyüklüğünü ve Türk milleti için önemini ortaya koymuştur.




Atatürk, bir dil bilimci değildi. Ancak, dile sadece bir devlet adamı ya da
siyasetçi gözüyle de bakmıyordu. O, dilin bir milleti meydana getiren unsurları
bir arada tutan en önemli etken olduğunu biliyordu. 1931 yılında söylediği sözle
bunu açıkça beyan etmişti. "Milletin çok açık niteliklerinden biri de dildir.
Türk milletindenim diyen insan her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe
konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, Türk toplumuna bağlı
olduğunu iddia ederse buna inanmak doğru değildir." Ayrıca Atatürk'ün, dil
konusundaki hassasiyeti eski tarihlere dayanmaktaydı. 1916 yılında okuduğu şiir
kitaplarına dil konusunda notlar düşmesi bunun açık delilidir.




Atatürk, Türk kimliğini Türkçe ile tanımlıyordu. "TÜRK demek, TÜRKÇE demektir.
NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!" diyordu. Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki temel
davası Türkçe'yi, dolayısıyla Türk kültür ve kimliğini yabancı boyunduruklardan
kurtarma-koruma, bunun için de eğitimi her düzeyde Türkçe ile yapmak, halkın
yabancı dille eğitime özenmesini önleyecek tedbirler almak olmuştur. Bu konuda
da şunu söyleyecektir: "Kat'i olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin dili ve
milli benliği bütün hayatında hakim ve esas olacaktır." Atatürk ayrıca, Türk
dilini geliştirerek ve yayarak, bütün Türk dünyasının lehçe farklılıkları
giderilerek müşterek bir dil bağı ile birleşmesini, kısaca bütün Türk dünyasında
bir kültür birliği meydana getirmek istiyordu. Bu sebeple; "Türkiye dışında
kalmış Türkler için, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenilmelidir. Nitekim biz
Türklük davasını böyle müspet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk
tarihinde, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine
önem veriyoruz. Baykal Gölü ötesindeki Yakut Türkleri'nin dil ve kültürlerini
bile ihmal etmiyoruz" diyerek Türk dünyasındaki dil ve tarih birliği
çalışmalarına ne kadar önem verdiğini gösterir. Ayrıca 1933 yılında, Sovyetler
idaresinde kardeşlerimiz olduğunu, bir dağılmanın olacağını, buna hazırlanmamız
gerektiğini, bunun için köprüleri sağlam tutmamız gerektiğini söylemiş,
kültürün, dilin, tarihin birer köprü olduğunu işaret etmiştir.




Gazi Mustafa Kemal, Şeyh Sait ayaklanmasının yarattığı bunalımı atlatır
atlatmaz, önce 'Türk Dili Encümeni' kurdu. (Dil ve tarih üzerindeki çalışmalar,
önceleri 'encümen' biçiminde başladı. Daha sonra bunlar 'Dil Kurumu' ve 'Tarih
Kurumu' haline geldiler) Atatürk bir sözünde, "Milli his ile dil arasında bağ
çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca
müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil, şuurla
işlensin. Ülkesini ve yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini
de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır" demişti. Bu sözünden yola
çıkarak Türk Dili Encümeni'nin kuruluş gayesini anlamak mümkün.. Encümenin
kuruluşu ile Atatürk, dildeki Arap kökenli sözcükler yerine, halkın içinde
yaşayan Türkçe sözcüklerin yerleştirilmesi için bir ön çalışma yaptırıyordu. Her
ilde, "Kelime Kolları" kurulmuştu. Öğretmenlerin öncülük ettiği bu kollar,
evlerdeki yaşlı insanlarla ilişki kuruyorlar; onların kullandıkları sözcükleri,
arapça karşılıkları varsa onları da ekleyerek, Ankara'ya "Dil Encümeni"ne
gönderiyorlardı. Gazi Paşa, dili özüne çekmeye, elverdiğince yabancı
sözcüklerden arındırmaya kararlı idi. Eğer bir Türk Dünyası yeniden kurulacaksa,
onun dili Arap ve Fars dilinin egemenliğinden kurtulmalıydı.




Tarama kolları, önceleri çok başarılı çalışmalar yaptı. Fakat sonraları, bu
kollarda çalışanların devlette itibar kazandığına dikkat edenler, halkın arasına
girip sözcük derleyeceklerine 'uydurmayı' daha kolay buldular ve çalışmayı
yıprattılar. "Dil Taramaları" göze girmenin, yükselmenin ilk basamağı gibi
kullanılmaya başlandı.




O dönemde bilimadamlarınca 'Güneş Dil Teorisi' ortaya atılmıştı. Teori; bütün
dillerin kökünün-aslının aynı olduğu iddiası üzerine kurulu idi. Kök ise; Türkçe
idi. Teori, içeride ve dışarıda büyük heyecan uyandırdı. Meksikalılar, Atatürk'e
Astekler'e ait bir kitap gönderdiler ve genç, idealist, çalışkan ilim
adamlarınca çalışmalar derinleştirildi. Prof. Adile Ayda Etrüsklerin dili-tarihi
üzerinde dururken, Hamit Koşay Baskların dilini inceledi. Lakin, Güneş Dil
Teorisi'ni beğenenlerde oldu, aşırı bulanlar, yadırgayanlar da.. Atatürk'ün
ölümünden sonra bu teori rafa kaldırılacaktır.




Mustafa Kemal Paşa'nın çevresinde okumuşlardan oluşmuş heyecanlı bir ortam
vardı, lakin sayıca sınırlı ve bilgi açısından tam anlamıyla yeterli değildi.
Ayrıca inanmış ve sağlam bilgi birikimi olanların sayısı çok azdı; onlar da
devlet hizmetindeydiler. Ayrıca ATA, hedeflerini en yakınında olan insanlara
bile açıkca ifade etmiyordu. Atatürk'ün bu denli dil ve tarih çalışmalarına
gömülmesini anlayamayanlar, yadırgayanlar vardı. Lakin Gazi Paşa için, bazı
şeylerin azlığı ya da yokluğu, o işin yapılması çalışmalarını durdurmadı,
sonuçta durduramamıştır da..




Sovyetler Birliği, Mustafa Kemal Paşa'nın yoğun bir Türkolog trafiği
yaratmasını, Orta Asya Tarihi üzerinde çalışmasını ve Türkçe'yi , Asya
Türkleri'nin kullanabileceği biçime sokmasını dikkatle ve tedirginlikle
izliyorlardı. Bu sebeble Sovyetler Birliği, bu ilişki ayaklarından birini yok
etmek için yani Türkiye Cumhuriyeti ile yazışmaları engellemek için, kullanılan
Arap harflerini yasaklamış, fakat Sovyetler Birliği yönetiminin milliyetçi
davrandığını gizlemek, göstermemek için Kirl harfleri ile değil, Latin harfleri
ile okuyup yazmayı kanunlaştırmıştı.




Oysa M. Kemal Paşa, "Türkiyat Enstitüsü" nü kurmuş, Sovyetler Birliği'ni Türk ve
yabancı Türkologların yağmuruna tutmuş, öte yandan da Türkiye'de basılan kitap
ve gazeteleri bu giden, gelenlerin aracılığı ve posta ile göndererek ortak
kültür hazırlığına girişmişti. Ama Sovyetler Birliği'nin, Latin harfleri ile
okuyup- yazmayı zorunlu hale koyması, bu köprüleri yıkıyordu. Oysa dilde birlik
kurulmadıkça, birliktelikten nasıl bahsedilebilirdi.




İki yıl beklendi.. Durumda herhangi bir değişiklik olmayınca Atatürk,
Türkiye'nin Latin harfleri ile okuyup yazması fikrini ortaya attı. Orta Asya
Türkleri ile bağların kopmaması gerekiyordu. Büyük bir hızla 1928 Harf İnkılabı
gerçekleştirildi. Böylece Türkiye, Latin harflerini benimsedi. Bu yeni gelişme,
Sovyetler Birliği'nin gözünden kaçmamıştı. Aslında bekledikleri bir durumdu.
Atatürk Türkiyesi, Azerbaycan ve Türkistan Türkleri ile dirsek temasını yitirmek
niyetinde değildi. Ama Sovyetler Birliği de bu dirsek temasından kuşkulanıyordu.




Sovyetler Birliği'nde büyük bir gizlilik içinde, 1929 yılında "Bütün Sovyetler
Birliği vatandaşları arasında yalnız Kiril harflerinin kullanılacağı" yasası
çıkarıldı ve yeniden Türkiye'nin kurduğu köprüleri dinamitlediler. Artık
Türkiye'nin "bu konuda" yapacak bir şeyi yoktu. Sovyetler Birliği'nin bu tür
uygulamaları II. Dünya Savaşı yıllarında bile sürdü.




Atatürk, Türk dilinin yabancı kelimelerden arınmasını bilimsel kararlara
bağlayacak "Türk Dili Kurultayı" çalışmalarını her şeyin üstünde tutuyordu.
Dünyayı şaşkına çevirecek, 'Büyük Türk Devletleri Birliği' nin temel taşları,
işte bu kurultay çalışmaları idi. Bilimsel terimlere bile Türkçe karşılıklar
bulunmuştur. Atatürk bu konuda şöyle diyor: "Batı dillerinden hiçbirinden aşağı
olmamak üzere, onlardaki kavramları anlatacak keskinliği, açıklığı haiz Türk
bilim dili terimleri tespit edilecektir." Öyle de olmuştur; Atatürk bizzat
kendisi bu dava uğruna çalışmış, bugün askerlikte olsun, matematikte olsun
kullandığımız bir çok terimleri Türkçe'nin derinliklerinden çıkarıp bize armağan
etmiştir. 1938'de vefatından az bir zaman önce, "Türlü bilimlere ait Türkçe
terimler tespit edilmiş, bu surette dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma
yolunda esaslı adımını atmıştır. Bu yıl okullarımızda tedrisatın Türkçe
terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir
hadise olarak kaydetmek isterim." diyerek, bu konuda büyük bir ilerleme
kaydedildiğini belirtmiştir.




26 Eylül 1933'de Atatürk'ün isteği ile bütün yurt sathında "Dil Bayramı"
kutlanmıştır. Yalnız, Türk dilinin temizlenmesini değil, eş anlam sözcüklerle
dilin zenginleştirilmesi de gözleniyordu. Atatürk'e göre, dilin kaynağı millet
idi, araştırmalar da milletten beslenmeliydi.




Atatürk, hem dilin zenginleşmesine, eş anlam sözcüklerle sanat ve bilim dili
olacak köklere kavuşmasına önem veriyor; hem bunları işleyip bilimsel yapıyı
oluşturacak kuruluşları kazandırmaya çalışıyordu. İstanbul Üniversitesi'ne bağlı
bir "Dil Okulu" açılması, halkevlerinde "Edebiyat ve Türk Dili Kolları"
kurularak köylere kadar uzanan araştırma ve soruşturmalarla yeni sözcüklerin
taranması, hep bu hedef doğrultusunda alınmış kararlar sonucu yapılmış
çalışmalardır.




Atatürk, bu çalışmaları büyük bir ilgiyle takip ediyordu. Her sabah, Türkiyat
Enstitüsü'nün günlük çalışma raporlarına gözatıyor, Sovyetler Birliği'nin Türk
Dünyası ile ilgili haberlerini (varsa) inceleyip değerlendiriyordu. TBMM kararı
ile yapılmasına başlanılan Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesinin inşaat aşamalarını
izliyordu.




Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi... Böyle bir kuruluş, öğretim dünyasında yoktu.
Tarih ve coğrafya fakültesi vardı. Dil fakülteleri de vardı. Fakat, hem dil, hem
tarih-coğrafyanın bir fakültede birleşmesinin tek örneği Ankara'da idi. Çünkü
Atatürk, Asya'daki Türklerin hem tarihini, hem coğrafyasını, hem dilini çok iyi
öğrenmiş bir neslin yetişmesini istemekteydi.




Bayar'ın başbakanlığı döneminde dil ve tarih çalışmaları aksamadan sürdü.
Özellikle Atatürk, yoğun bir biçimde dil ve tarih üzerindeki bütün çalışmaları
izliyordu. Kendisi bu tür çalışmalardan dolayı yorgun düşse de, çevresine bu
yorgunluğunu belli etmemeye çalışıyordu.




2 Ağustos 1936 tarihinde üçüncü Dil Kurultayı'nı açtı. Yaptığı konuşmada: "Konuk
dil bilginlerinin, Türk dil bilginleri ile birlikte çalışmalarından, dil bilimin
şimdiye dek çözemediği bir çok güçlükleri aşacağına, bu çalışmaların bir çok
gerçeklerin günışığına çıkmasını sağlayacağına güvenim tamdır" diyordu. Günlerce
süren kurultayın en sağlam izleyicisi, Atatürk'tü.. Genel Kurul çalışmalarını
izliyor, komisyonlardaki çalışmalara katılıyor, fikirlerini söylüyor. Hedefin
yalnız Anadolu Türkleri'nin değil, bütün Türklerin ortak dilini yaratmak
olduğunu durmadan tekrarlıyordu.




1936 yılının 19 Ekiminde Türk Dil Kurumu'na gitti ve uzmanlarla 6 saat süren bir
çalışma yaptı. Bu, o kadar uzun ve sürekli çalışma idi ki, uzmanların takatı
tükendi. Bunu görünce Atatürk: "Yorulduğunuz anlaşılıyor. Benim bazı işlerim
olmasa, sizinle kalıp çalışmaları birlikte sürdürmek isterdim. Başka bir
fırsatta, bu çalışmaları yine birlikte yaparız, demişti.



Hayatı elvermedi, bir daha buluşup, "Türk dilindeki yabancı sözcüklerin yerine
Türkçelerinin konması çalışmalarına katılamadı.. Vefatından önce de Ankara'da
iken son ziyaret ettiği yer ise, inşaat bitene kadar çalışmalarına 'Evkaf
Apartımanı'nda başlayan Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi olmuştu. Çalışmalar
hakkında bilgi almış, inşaat halinde olan fakülte binasını görmüş, yetkililerle
görüşmüştü








Atatürk; son nefesine kadar bilfiil milletin için, milletin geleceği için
çalışmış, eşi benzeri olmayan büyük bir lider.. O'nu o kadar özlüyoruz ki,
kelimelerle anlatmak mümkün değil.. Aslında bu yazının başlığı 'Bir Millete
Adanan Ömür' olacaktı. Lakin, dil konusuna ve Atatürk'ün Türk dili konusundaki
hassasiyetine ağırlık vermeyi düşündüğüm için bu başlığı kullanmadım. Bu yazıyı,
küçük çaplı bu araştırmayı da dilimize yapılan saldırıların, horlamaların
yoğunlaştığı bir dönemde bazı şeylerin daha iyi anlaşılmasını istediğim için
toparladım. Keşke daha detaylı bir araştırma olsa idi, Atatürk için ne yapılsa
az gelir.




Bir kere daha anladık ki; herkes Atatürk değil, herkes Atatürk olamıyor. Atatürk
için hayati önem taşıyan değerlerin, çalışmaların Atatürk'ün ölümünden hemen
sonra ismini bile anmak istemediğim kişiler tarafından durdurulmasını, hızla
değiştirilmesini, Türk dili yerine-Türk tarihi yerine Latin dilinin-kültürünün
okullarda genç beyinlere sunulmasını hiç bir zaman unutmayacağız.




Herkes Atatürk olamıyor!




Atatürk, Türk dil ve tarih konusundaki çalışmalarına hastalığına rağmen, ölüme
meydan okurcasına, çevresini hayrete düşüren bir güçle devam etmişti. Yorgundu
ama, çevresine hiç bir şekilde yorgunluğunu belli etmiyordu. Bir millet
sevilirse eğer, işte böyle sevilmeli.. Atatürk, bu milleti çok seviyordu.
Milletinin sevgisi gönlünde hayata gözlerini yumdu. Sevgisi karşılıksız değildi;
milleti de bu şerefli evladını bağrına basmıştı.. Gözyaşları sel oldu o gidince
ebediyete, ama eceldi işte..




Atatürk ölmedi, bütün zorluklara direnip yaşatacağız O'nu..




Salur Beğ
MisTaqE !
MisTaqE !
Üyeler
Üyeler

Kadın Mesaj Sayısı : 1116 Yaş : 30 Nerden : K0caeLi * Kayıt tarihi : 22/11/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz